Uzm. Dr. Mehmet Arslan


Allah'ın arzı geniş, yola devam

Sömürü çarkı daha çok sömürülenler üzerinden döner


Melekler o nefislerine zulmedenlerin canlarını alırken, onları vefat ettirirken  size ne oldu? Neredeydiniz? Ne haldesiniz? Diye sorduğunda dediler ki; biz arzda, arazide, yeryüzünde zayıf düşürülmüştük dediler. Bakın edilgen bir durum. Tabii ki her zayif düşürüleninde düşürülmeden kendisinin de payı vardır ama düşüren başkalarıdır. Sömürü çarkı daha çok sömürülenler üzerinden döner. Onların da katkısı vardır ama bizzat kendileri değil, birileri onları düşürüyor. Meleklerin bu duruma cevabı  çok ilginçtir. Arzullah, arz, arazi  Allah' ın arazisi geniştir. Yani hicret etseydiniz ya daha iyi bir mekana, daha iyi bir topluma, daha iyi şartlara hicret etseydiniz ya diyorlar. Peşinden de onların makamı, varacağı yer cehennemdir diyorlar. Bu ayet hicretle alakalı iniyor. Hicret deyince aslında önce fikri olandan yani; yanlış düşüncelerden, küfürden, şirkten, Allah'a saygısızlıktan, hukuksuzluktan, yolsuzluktan, arsızlıktan, yanlıştan doğruya hicretten bahsediliyor. 
    
Bunu resuller hep böyle yaptılar. Geldiler ve o toplumu yanlışlardan doğrulara, geleceği olmayan bir yaşantıdan ahireti olan, cennet olan bir yaşantıya taşıdılar. Resullerin, nebilerin işi buydu. Bu okuduğumuz ayeti kerime de zaten son örnektir.  

Mekke' de bunu yapmaya başlıyorlar. Tabii ki orada kendilerinin nemalandığı haksız bir sömürü sistemi kuran faşistler, emperyalistler, eşkıyalar buna müsaade eder mi? Çünkü haksız kardeşleri, sistemleri sıkıntıya uğrayacak. Allah'ın resulüne bile nezaket göstermediler ve her türlü pisliği yaptılar. Sonrasında Allah Resulü müsaade etti ve o toplumun zayıfları Habeşistan' a hicret ettiler. Önce fikri,  fikri bilinçle sonradan da buna mukabele eden, zulmeden, zorbalık yapan bir otoriteye veya çevre unsurlara, emperyal veya yerli batıl anlayışların oluşturduğu baskılara dayanamayan zayıf durumda olanlar Habeşistan' a hicret ettiler. Sonra dayananlarda   dayanamaz hale geldiler ve hatta  tebbet suresi " kurusun eli" indi. Nebi aleyhisselamın amcası  yani kendi toplumundan, yerli işbirlikçi, emperyalist sisteme işbirlikçilik yapan, aileden birisi olarak amcası bile veya aynı ülkenin, kavmin adamı ilişki kuruyor. Geleceği olmayan onlara da yazık.
    
Ama öyle bir sıkıntı ki; artık başka arayışlara,  Tayyib' e gidiliyor. Netice yok. Resul aleyhisselamı oranın çapulcularına, ayak takımına taşlattırıyorlar. Ne oluyor? Ayakları kan içinde kalıyor, ayakkabısı kanla doluyor. Dertli bir kıssa olarak mü'minlerin yüreğine nakşediyor.  

Sonra Medine'den bir ışık;  önce on iki kişi, bir sene sonra yetmiş küsür kişi Medine' ye hicret ediyorlar. Medine'nin yerlileri, Ensar resul aleyhisselama biz seni     ülkemize, bir beldemize (Yesrib)  misafir edelim diyorlar ve peyderpey oraya gidiliyor. Giderken bile nebi aleyhisselamı katletmek için hemde herkes  bireyler olarak değilde adeta kamu adına olsun diye, site devleti olarak  adeta kolluk kuvvetleri seçer gibi her kavimden bir kişi seçerek resulü katletmeye yelteniyorlar. Hatırlar mısınız? O günün şartlarında Ali aleyhi rıda yatağına yatıyor da ona göre Nebi aleyhisselam hicret ediyor. Sonra peşlerine takılıyorlar.  Nebi aleyhisselamın ve Bekir'in ( r.a. ) mağaradaki halleri biliniyor. Allah'ın seçtiği kuluna, resule, enbiyaya bunu yapıyorlar. Yesrib'te, çölde bir serap, bir hayal, bir umut ne yapacaklar? Dünya hayatında, üç günlük dünyasına birileri müdahale etmesin diye, aç kalmamak, günlük nafakasını temin etmek için ve onun üzerinden geleceğe, ahirete hazırlanmak, yanlış yapmamak yani adam gibi yaşamak için başka birşey için değil bunca zulme, zorbalığa katlanıyorlar.

Allah'ın arzında işgalciler, eşkiyalar, tuğyaniler rahat yüzü göstermiyorlar. İşte bakın yalnız bu durumda olayın ciddi bir süreç içinde, tedricilik içinde bir yürüyüşü var, bir gidişi var. Aslında bu bir ümit, bir hayaldir. Olur veya olmaz. Başka çare yok. Bir şekilde oraya gidiliyor ama Medine'de ki topluluk Yahudi, hristiyan, müşrik topluluktan oluşuyor. Her biriyle Medine vesikası, antlaşması yapılıyor. Ortak savunma hattı oluşturuluyor. Daha sonra Mekke'ye karşı, mekkeli müşriklere karşı "Hudeybiye antlaşması"  yapılıyor. Sonrasında Yesrib Medine'leşiyor, Medine medeniyetin merkezi  haline geliyor.
   
İşte biz o medeniyetin mirasını tüketiyoruz. Sonra Mekke fethediliyor. Tabii ki öncesinde Hudeybiye antlaşması var ve nice badireler, savaşlar, sıkıntılar yaşanıyor. Aynı şekilde Yesrib, Medine olmadan önce az mı sıkıntı yaşanıyor? Bazı şeyler birden olmuyor. Bu işin usulü bu şekildedir. Tedrici olarak, yavaş yavaş oluyor, kolay olmuyor. Onun için bu ara dönemlerde insanlar sıkılabilir. Ashab resule geliyor ve ey Allah'ın resulü; Allah bizim Rabbimiz, sen O'nun resulü değil misin? Evet öyle. Peki bu başımıza gelenler neden? 

Malum imtihan  dünyasındayız. Bu aşamalarda, bu tür zor durumlarda toplumlarda ciddi sıkıntılar olur ama onları aşmamız lazım. Hatta bu hicretle alakalı ashab, Nebi aleyhisselama peki; hicret edemeyenler ne olacak? diye soruyorlar. Etmeyenlerin durumu, onlar  nefislerine zulmetmiş oluyorlar. Orada sebat eden yani hicret imkanı doğmuşken, oluşmuşken o kalkıp dolayısıyla zalim otoritenin dedikleri doğrultusunda bir hayat devam ettirince işte o nefsine zulm etmiş oluyor. Onun akıbeti cehennemdir. Hicret edilecek, bir cehd oluşturulacak ama bir cehdde bir günde olmuyor. İki, üç, beş günde olmuyor. Nice badireler atlatılıyor.

Nebi aleyhisselam döneminde Habeşistan vardı. Sonra Yesrib, Medine vardı. Daha sonra fetih oluyor. Ara dönemlere bu  ara dönem niye? diye sorgulamak ; ashabın sorgulaması gibidir, sorgulayabilir. Ama burada insanların birbirini mazur görmesi gerekir. Bu bir günde olmuyor. Bir süreç, bir imtihandır. Ashab, peki ya hicret edemeyenlerin, son güne kalanların  durumu  falan ne olacak? diye soruyorlar. O zaman onun yönüne bakılır. Eğer Mekke'den ayrıldı yönü Medine'ye doğruysa o kurtulur. Ama böyle hissi, niyeti yoksa insanların yerine bakarak ya sen Mekke'desin veya ara bir istasyondasın gelmemişsin Medine' ye veya Medine olmamış bile, sen Yesrib'te yaşıyorsun yok şöyle, yok böyle diye karalamanında anlamı yoktur. Sadece bulunduğu yere değil, yönüne bakılmalıdır. Habeşistan, nihayetinde Hristiyan bir beldeydi. Ama Mekke'ye göre, değilmi?  Habeş kralının Cafer' e (r.a) ve o gidenlere nasıl sahip çıktığını hatırlayın. Hatta onu şu anda birçok İslam ülkesi bile yapamıyor. Ama o gün Habeş kralı yaptı. Çünkü o İsa'nın (a.s.) izinden gidiyordu. Allah'u alem daha sonra da İslam oldu, öyle biliyoruz. Ebu Talib'e , Abbas'a bakın müşriktiler ama Allah resulüne destek oldular. E o zaman onunla niye iş tutuyorsun deniyor? İyide o seni yurdundan çıkarmıyor.

Allah'u teala ayette buyuruyor ki "Yurdunuzdan çıkarmayan ve dininizden döndürmeyenlere iyilik etmenizi Allah size yasaklamaz." Veya başka bir ayette" Size en düşmanca olanlar yahudiler ve yerli işbirlikçi müşriklerdir. Onlara göre biz sevgi bakımından daha yakın ve  nasaralarız( yardımcı), iseviyiz diyenler  size daha yakindir" buyuruluyor. Dolayısıyla böyle bir tedric hem fikri hicret, hem fiziki hicret, hem muhatapların değişimi, dönüşümü açısından önemlidir. Allah Resulü Medine'ye hicrette müşrik olan amcası Abbas'tan istifade etti. Ebu Talib;  Nebi aleyhisselama toz kondurmazdı. Hatta dedesi Abdulmuttalib, amcası Ebu Talib için kendi içinde o şirk içindeydi diyor ama onu açık etmiyordu. Ama Ebu Leheb için bir sûre iniyor. Aradaki bu farkı bizde kavrayalım ve ona göre hicret edelim. Birden fiziki cehdle değil. Niye? Çünkü zamansız hicret bile sıkıntılıdır. Her şeyin bir zamanı, zemini vardır.  

Mesela zamanında çıkmayan, geciken tohum toprağın altında çürür. Erken çıkarsada buz çalar, soğuk vurur. Dolayısıyla erkeni de, gecikeni de sıkıntılıdır. Herşey yerli yerinde, zamanında ve hareket halinde olacak. İslami anlamda  sürekli, durmadan yola devam ederek hareket halinde olunacak. Bu varsa yani bir yöne doğru gidiyorsan yani tam makama, mevkiye ulaşamamış isen bile o yönüne bakılılır. Yönün önemlidir. 
     
Bir kıssa olarak, İbrahim aleyhisselam, Tevhidin    babası ne yaptı? Put kıran değil mi? Putları kırdı ve baltayı birisinin boynuna astı. Dediler ki bunu kim yaptı? E o yapmıştır bak balta onda yani putu puta kırdırıyor. Dolayısıyla putkıran putu ne yapıyor? Kullanıyor. Mesela teknoloji Allah' in ayetidir. Bizim kullanma hakkımız daha çok, o bizim malımız. Müşrik bile, facir bile İslama hizmet ettirilebilir. Çünkü o bedeni, o kişiyi Allah yarattı ve O' na ait. Ama o kişideki o düşünce şeytani bir düşüncedir. Şeytan onu işgal ediyor. O düşünceye bakılmamalıdır. Bedeni yaratan Allah' tır. Şeytani düşüncelere işgal ettirme,  islami olarak sen kullan. Bazıları ülkeye, devlete düşman oluyor. Devlet Allah' ın kamu alanı, ülke Allah'ındır. Harici bir mantıkla dağa çekilen gibi değil. Asıl işgalciler defolsun denilmelidir. Devleti, ülkeyi, Vatanı, zihni işgal edenler defolsun. Zihinleri kirli emperyalistler veya yerli işbirlikçisi farketmez. Onlar defolup gitsinler. Sen daha dünden buna razı olursan o seni kovalar. Öyle ya, bu ne cüret, sen kimi kovalıyorsun? Allah'ın arzı burası. Bunlar da Allah'ın sadık kulları...