Tarih: 03.03.2022 11:30

Müziği sev, umutlan, İşte Nihan Ulutan

Facebook Twitter Linked-in

Nihan Ulutan, Avrupa, Amerika, Azerbaycan ve Türkiye’de verdiği konserlerle ismini duyurmayı başarmış genç bir piyanistimiz. Verdiği konserlerde sanatseverleri büyüleyen Ulutan, müziğin iyileştirici gücüne vurgu yapıyor. Ankara kökenli olan Nihan Ulutan, hayallerini, umutlarını ve ideallerini piyanonun tuşlarına nakşettiğini belirtiyor. İlkadım Müzik Topluluğu’nun bir üyesi olan Ulutan’la müziğin evrensel gücünü konuştuk. Salgın hastalıklarla, savaşlarla, ekonomik krizlerle iyice yıpranan yaşlı dünyada müzik insanların hayata tutunmalarını sağlayan bir can simidi gibi adeta. Psikolojik olarak yıpranan günümüz insanları müzik sayesinde bir nebze olsun iyileşme emareleri gösteriyor. Hayatın zorlukları karşısında üzülen, sevinen insanlar müzikle bir ortak noktada buluşuyor. Müzik renk, din, dil ayrımı gözetmiyor. Herkese hitap ediyor. Antik çağlardan günümüze kadar sanat ve müzik her toplumun vazgeçilmez bir değeridir. Sanatla, müzikle, bilimle uğraşan topluluklar her zaman bir adım öne çıkmışlardır. Eski çağlardan günümüze sanat sayesinde iz bırakmışlardır. İnsan kendi iç benliğini sanat, müzik ve bilim sayesinde tanıyabilme şansını yakalamıştır. Tüm sorularımıza içtenlikle yanıt veren genç müzisyen Nihan Ulutan’ın renkli dünyasında bir seyahat yapmaya ne dersiniz?

Genç piyano virtüözü Nihan Ulutan’ı biraz tanıyabilir miyiz?

Nihan, sanatı tanımayı ve tanıtmayı seven, müziğiyle kalplere dokunmaya talip olmuş bir piyanist.

Müziğe ilginiz nereden geliyor? Bir de ailenizde piyanist var mı? Çocukluğunuzdan şu ana kadar geçen piyano serüveninizi anlatmanızı istesek.

Kendimi bildim bileli müzikle iç içeyim. 5 yaşlarındayken televizyon kumandasını mikrofon gibi yapıp o yılların popüler şarkılarını ezbere söylerdim. Müziğin elementleri, notaları ve ritimleriyle aram hep iyi olmuştur. Sahnede olma isteği, henüz o yaşlarda ben ne kadar farkında olmasam da kalbime ve aklıma yerleşmişti diyebilirim. Fakat piyano ve klasik müzikle tanışmam biraz geç oldu. Profesyonel anlamda piyano eğitimime 11 yaşında başladım. Ailenin müzikle ilgilenen ilk üyesiyim. Benden sonra kardeşim de bu yolculuğa kemanıyla katıldı .

Almanya’daki Robert Schumann Akademisi’ni dereceyle kazandınız. Genç bir piyanist olarak yurt dışında ülkemizi temsil ediyorsunuz. Bu konuda neler söylersiniz?

Ülkemi temsil etmeye çok küçük yaşlardayken başladım. İsveç ve Azerbaycan piyano yarışmalarından ödüllerim var. Avusturya, Almanya, İtalya ve Amerika’da festivallere katıldım. Ülkemi temsil ediyor olmak bana büyük mutluluk veriyor. Ülkemizde yetişmiş ve halen yetişmekte olan çok yetenekli müzisyenler var. Türkiye’yi müzik dünyasına daha çok tanıtmak ve birtakım önyargıları kırmak çok önemli diye düşünüyorum.

Piyanoya ilginizi ilk kim keşfetti? Çocukken hayaliniz neydi? Müzik miydi? Yoksa başka bir hayaliniz var mıydı? Yani ‘Benim tek hedefim ileride iyi bir piyanist olmak’ mı dediniz.

Tamamen şans eseri oldu. İlk piyano öğretmenim, Nurçin Ayaydın. Babamın iş arkadaşıydı. İşinin yanında aynı zamanda piyano dersi verdiğini öğrenince, babam benim de ders almamı istedi. Hayatımda ilk kez orada piyanoya dokundum. Açıkçası bizimki ilk görüşte aşk değildi. Hayatımı yönlendirecek bir şeyle karşılaştığımın farkında bile değildim. İlk başlarda öyle saatlerce piyano başında oturmadım. Saatlerce çalışmak bir çocuk olarak çok sıkıcı geliyordu bana. Böyle geçen birkaç yıldan sonra, çok net hatırlıyorum lise ikinci sınıftayken bir şey olmuş ve birden yaptığım işe âşık olmuştum. Bir daha dünyaya gelsem yine piyano çalmak isterim.

‘Müzik ruhun gıdasıdır’ bir de klasik müzikte insanlar pür dikkat kıpırdamadan sizi dinliyor. Bu nasıl bir duygu uyandırıyor? Yani özellikle psikolojide müziğin yeri nedir?

Konserlerde insanlarla, müziği vasıtası ile buluşmak bana müthiş zevk veriyor. Bazen seyirciyle aramızda çok güzel bir enerji oluşuyor bunu hissettiğim an sahneden inmek istemiyorum. Ve o zamanlar anlıyorum ki, çok şanslıyım. Çünkü hayatta gerçekten sevdiğim bir şeyi yapıyorum. Müziğin psikolojideki yerine gelecek olursak, Antik çağlardan itibaren süregelen zamanda ‘müziğin iyileştirici etkisi’ üzerine pek çok çalışma var. Örneğin; M.Ö. Yunan Filozof/Matematikçi Pythagoras, umutsuzluğa düşen veya çabuk öfkelenen hastaların belirli melodilerle tedavi edebilme olasılığını araştırmış. Psikolojide müziğin bilinen en eski kullanımı ise Şamanlarla başlamış. Şaman kültüründe müzik, ruhlarla temasa geçmek için düzenlenen dini ayinlerin temel unsurları arasında yerini almış. Bununla beraber, hastaları tedavi etmek için de müzikten faydalandıkları biliyoruz. Müziğin tedavi olarak kullanılması Antik ve Orta çağ’da Batı medeniyetinde de etkisini göstermiş.  İslam Medeniyetinde Sufilerin ilgi gösterdiği müziğin iyileştirici gücü Osmanlı ve Selçuklu döneminde devam etmiş. XX. yüzyıla gelindiğinde II. Dünya Savaşı’ndan yaralı çıkmış askerlerin tedavi altına alınacağı hastanelerde müzik kullanımının başlamasının sonrasında bu uzmanlık dalının farkına varılmış ve 1960’lı yıllarda bu alanın geliştirilmesi için kapsamlı çalışmalar başlatılmış.

Yurt dışında ve yurt içinde çok önemli yarışmalarda çeşitli ödüller aldınız. Size göre en anlamlı ödül hangisiydi? Neden?

Bütün ödüllerim çok değerli. Stockholm Piyano Yarışması, Bakü Piyano Yarışması. Tabii birinin yeri ayrı. İlk katıldığım yarışma olan Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Piyano Yarışması’ndan kazandığım ödül. Jürisinde piyano hayatımın en önemli senelerin birlikte geçirdiğim İdil Biret’in olması ve ödülü onun ellerinden almanın mutluluğu. Yeri çok çok ayrı.

Dünya büyük bir salgınla imtihan vermekte. Pandemi dönemi sizin müzik yaşantınızı nasıl etkiledi? Konser salonlarından uzak kalmak müziğe ve seyirciye özleminizi artırdı mı? Sanırım yavaş yavaş konserlere başladınız.

Pandemi bütün dünyayı sarstı. Özellikle geçimini müzikten sağlayan  müzisyen arkadaşlarım bu durumdan çok etkilendi. Bizler sahnede nefes alan insanlarız. Uzun süre müziği dört duvar içinde yapmak siz de takdir edersiniz ki, motivasyon, kondisyon açısından bizleri olumsuz etkiliyor. Fakat her şeye pozitif yönünden bakmayı ihmal etmemek gerek. Krizleri fırsata çevirmek. Örneğin ben o dönem uzunca bir süre Almanya’daydım ve zamanımı hayatımda hiç olmadığım kadar yalnız geçirdim. Kendimi daha iyi tanımak için bolca zamanım oldu. Uzun zamandır okumak istediğim birçok kitap okudum. İzlemek istediğim fakat fırsat bulamadığım birçok film izledim. Çoğu zaman hayatın akıl almaz hızında, otomatikleşmiş bireyler olarak yaşıyoruz. Pandemi bunu daha iyi görmemi sağladı .Bir çok konuda gözümü açtı diyebilirim. Şimdi yavaş yavaş eskiye dönüyoruz. Tabii konserleri çok özledim Umarım bundan sonra daha sık buluşacağız sanatseverlerle.

Piyanoyu konuşturan Nihan Ulutan, Kültür Bakanı olsa neleri değiştirmek isterdi? Bu soruya ilave olarak her okulda bir piyano bulunmasına nasıl bakarsınız?

Ülkemizde sanat, epey geri plana atılmış vaziyette. Birçok genç sanatçı yurtdışında okumanın ve sonrasında orada iş bulup kalmanın yollarını arıyor. Sanat eğitimini (her ne kadar sanat ve akademi beraber çok yakışmasalar da) kökünden değiştirmek gerektiğini düşünüyorum. Konservatuvarların sınav sistemi ve müfredatları sanata çok ters düşen bir şekilde geliştirilmiş. Konservatuvarlar, alanınızda derin çalışmalar yapabilmenize imkân oluşturacak, en kaliteli enstrümanlar sahip usta-çırak ilişkisinin sağlıklı bir şekilde yaşandığı mekanlar olmalı. Sonuçta hepimizin amacının sanat yolunda güzeli ve yeniyi aramak olduğunu düşünüyorum. Yol göstericilerimiz bize ilham ve ışık olmalılar ki onlardan sonra gelecek nesil de bu güzel geleneği yaşatsın. Tabii bunu sağlamak için ilk önce ülkenin kendi temel sorunlarını çözmesi gerek. İş özgürce sanat yapmaya gelene kadar daha birçok eksik var ülkede. Kültür Bakanı olsam (asla istemezdim o ayrı bir konu) bu alana büyük miktarda yatırım yapabilecek maddi kaynak ayırırdım. Uluslararası festivaller, yarışmalar, ustalık sınıflarının daha fazla gerçekleştirilmesini desteklerdim.  Müzik din, dil, ırk tanımadan bütün insanlara hitap eder. Bu yüzden bütün dünya ile bağlantıları sıkı örmek ve gündemi sürekli takip etmek gerekir. Her okulda piyano olsa ne güzel olur tabii. Fakat henüz Konservatuvarlarda bile yeterli sayı ve kalitede enstrüman yok.  Örneğin okuduğum okul olan Robert Schumann Hochschule bu yıl yalnızca öğrencilerin çalışması için ayrı bir bina yaptırdı ve odalara 40 yeni Steinway Piyano aldı. Piyanolar o kadar güzel ki insan odadan ayrılmak istemiyor. Böyle örnekleri yurt dışında sıkça duyuyoruz. Dileğim ülkemizde de sanata ve sanatçıya verilen değer artar.

En çok beğendiğiniz piyanistler kimler? Önce yerli diyelim, sonra yabancı. Neden?

Türkiye’nin büyük değeri, yaşayan efsane İdil Biret. İdil hocam kalbimde yeri çok ayrı olan bir piyanist. İdil Biret dünya üzerindeki en geniş repertuvara sahip piyanisttir. 2010-2018 Yılları arasında İdil Hoca ile çalışma şansına eriştim. Sanat hayatımı derinden etkiledi bu çalışmalar. Bundan ötürü İdil Hocanın yeri bende ayrıdır. Yabancı olarak en sevdiğim piyanist Rus piyanist Horowitz. Piyano ile sohbeti her zaman fazla derin ve büyüleyicidir. İtalyan piyanist Michaleangeli’yi de çok sever ve karakteristik bulurum. Tabii ki bu liste bitmez.

Sizi derinden etkileyen kompozitörler kimler? Yani bir gün ben de onun gibi olacağım dediğiniz isim var mı?

Hepsini ayrı ayrı çok seviyorum. Ama kendime yakın hissettiğim bestecilerden biri Rachmaninoff. Kullandığı armoni hem kulağımı hem kalbimi doyuruyor. Bir gün Rachmaninoff gibi olacağım demek biraz komik olur tabii. Aslına bakarsanız kimse kimse gibi olmasın. Her insanın çok değerli olduğunu ve kendi imzasını aramasını gerektiğini düşünüyorum.

Beethoven, tam hayata küsmüşken bir gün Viyana sokaklarında dolaşırken bir evden bir müzik sesi duyar. Kapıyı çalar ve içeri girer. Küçük bir kızın mükemmel bir piyano çaldığını görür. ‘Lütfen benden bir şey isteyin’ der. Kız bir görme engellidir. Ünlü besteci, kızın maddi bir şey isteyeceğini sanır. Ama kız, ‘Ben hiç ay ışığı görmedim, bana ay ışığını tarif eder misiniz?’ der. Beethoven, piyano başına oturur ve o müthiş Ay Işığı Sonatı’nı doğaçlama olarak besteler. Türkiye’de 9 milyona yakın engelli var. Özellikle piyano ile engelli çocuklar Rehabilite edilebilir mi? Ne dersiniz?

Besteciler hakkında yazılan birçok şey (Mektuplar gibi tarihi belge yoksa) rivayetten ibaret. Beethoven‘ın Ay ışığı Bestesini herkes tarafından çok seviliyor. Bu yüzden bin bir çeşit hikâye duymamız mümkün. Bu hikayeler güzel tabii ama bazılarının tarihi bir gerçekliği taşımadığını bilmek gerek. Bu güzel hikâye de onlardan biri. Sorunuz çok anlamlı, çok güzel. Müzik en güçlü şifalardan biridir. Hayatını birtakım engellere bağlı yaşayan çocuklar için en güzel aktivitelerden biri olabilir müzik.

Bu soruya ilave olarak bir hastanede konser vermek ister miydiniz?

Çok isterim. Annem, bir hastane okulunda Lösemili çocuklara eğitim vermekte. Uzun yıllardır bu işte olduğu için haliyle benim de çok hassas olduğum bir konu bu. Bir keresinde Konservatuvardan arkadaşlarım annemin okulunda küçük bir dinleti ve bale gösterisi yapmıştı. Çocukların yüzlerindeki gülücükler, gözlerindeki parıltılar beni çok etkiledi. Her zaman böyle etkinliklerde yer almak çok isterim.

Beethoven, Mozart, Çaykovski, gibi dönemlerine damga vurmuş isimler. Hâlâ günümüzde de şöhretlerinden hiçbir şey kaybetmemişler. Sizin bestecilik yönünüz var mı? 

Ara sıra kendimce bir şeyler yazıp çiziyorum. Küçüklüğümden beri edindiğim disiplin ve mükemmeliyetçilikten olsa gerek kendimi tam yeterli hissetmediğim zaman o işi yapıyor saymıyorum Bestecilik ilerleyen zamanlarda daha çok vakit ayırmak istediğim bir alan.

Bir senfoni orkestrasında piyanonun yerini tarif eder misiniz?

Sayısı çok olmasa da içinde piyano bulunduran orkestral eserler var. Fakat genelde eserlerde piyano solist enstrüman olarak yazılır. Besteciler de tarih boyunca en çok piyanoya eser yazmışlardır. Piyano da başlı başına bir orkestradır. Gerçekten çok geniş bir repertuvarımız var. Keşfedilmeyi bekleyen yüzlerce eser var. Keşke hepsini çalabilecek kadar yaşayabilseydik. Fakat sanat sonsuz, hayat kısadır.

Genç piyanistlere neler tavsiye edersiniz?

İlk olarak yaptıkları işi seviyorlar mı buna karar vermek gerekiyor. Ve bitmek bilmeyen bir merak olmalı insanda. Yüzlerce yıl önce bestelenmiş eserleri icra ediyoruz. Bestecinin kişiliğini, yaşadığı dönemdeki tarihsel olayları merak edip araştırmak ortaya çıkan işe değer katar. Merak etmek ve bilmek istemek zorla olacak şeyler değil. İnsanın içinden gelmeli. Tabii daha sonra çok çalışmak. Saatlerce parmaklarınızdan çıkan müziğin en güzelini aramak. Yüzlerce kez aynı pasajları tekrar ediyoruz. Bu her zaman kolay olmuyor. Büyük bir sabır işi. Piyanoyla ne kadar ilgilenirseniz o da size o kadar açar kendini.

Kültür ve sanatla büyüyen toplumlarda suç oranları azalır. Bu görüşe katılır mısınız? Bir de müzik sevgiyi, barışı simgeler. Yani müzik eğitimli yetişen insanlar kadına daha iyi davranır. Kadına şiddet hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum.

Öncelikle, şiddetin sadece kadınlarla aynı cümlede çok sık tekrarlanmasını doğru bulmuyorum. Evet ülkemizde maalesef kadına şiddet dehşet verici boyutlarda. Fakat şiddeti devamlı kadın odaklı düşünmek ve sunmak, insanların farkındalığını arttırmıyor. Bilakis tam ters bir etkiye sebep olarak insanı teşvik ettiriyor.  Bu yüzden şiddeti insanın canlı cansız her şeye yaptığı sağlıksız bir psikolojik hal olarak tanımlıyorum. Ortalama her insanda herhangi bir günde, herhangi bir orduya yetecek kadar öfke, ihanet, nefret, şiddet var. İnsanın kendini entelektüel açıdan geliştirmesi, sanatla ilgilenmesi içindeki şiddet duygusunu tamamen öldüremez. Bu insanın doğasına aykırıdır. Örneğin tarihi değiştirmiş birçok liderin çok ince sanatsal zevkleri vardı. Fakat insanlığın görmüş olduğu en büyük katliamlara sebep oldular. Fakat şu bir gerçek ki sanatla, bilimle, felsefeyle ilgilenmek insanı en azından içindeki bu arkaik şiddet duygusunu düşünmeye ve dengelemeye teşvik eder. Sorunuzda müzik sevgi ve barışı temsil eder demişsiniz. Buna tamamen katılamam. Müzik, daha doğrusu sanat aslına bakarsanız her şeyi anlatabilir. Yeri gelir, müthiş bir propaganda unsuru olarak kullanılır yeri gelir insanı fiziken ve ruhen tedavi eder. Hayatın bütün renklerini içinde barındırır.

KISA SORULAR

En çok yaşamak istediğiniz şehir?

Floransa.. Bir kere gitme şansım oldu. Adımımı atar atmaz aşık oldum. Her yer buram buram sanat kokuyor

En son pişmanlığınız?

Hayat pişman olmak için çok kısa. Her insan hata yapabilir. Pişmanlık da hissedebilir. Ancak zamanı geri alamayız. Mühim olan bundan bir sonuç çıkartıp kendimizin en güzel, en yüce halini bulmaya çalışmalıyız. Mümkün olduğunca hedefe odaklı aynı zamanda da yaşadığınız anın tadını çıkararak anda yaşamak gerektiğini düşünüyorum.

En sevdiğiniz yemek?

Bu en zor soru olabilir. Yemek ayırmam çünkü yemek yapmayı da, yemeyi de çok seviyorum .

En sevdiğiniz huyunuz?

Pozitif, çalışkan ve kararlı olmak.

En sevmediğiniz huyunuz?

Fazla düşünmek.

En son okuduğunuz kitap?

Jean Baudrillard: Simularklar ve Simülasyon

En son gittiğiniz sinema filmi?

Pandemi döneminde sinemaya gitmedim. Çok sevdiğim Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos’un ‘Sarayın Gözdesi’ adlı filmini izledim.

Para mı, saadet mi, sağlık mı?

Kesinlikle sağlık. Sağlığınız olmazsa para ve saadetten hiçbir şey anlayamazsınız.

Aşk mı, müzik mi?

Müzik başlı başına aşktır. İkisinin de birbirine ilham olduğuna inanıyorum.

En çok sevdiğiniz piyanist?

Horowitz .

En çok sevdiğiniz besteci?

Bu soru ile çok sık karşılaşıyorum ve inanın hiçbirini birbirinden ayıramıyorum. Her besteci ayrı bir diyarın anahtarlarını taşıyorlar.

En çok konser vermek istediğiniz yer?

Bu aralar Düsseldorf Tonhalle’de konserin hayallerini kuruyorum.

Piyano?

Duygu ve düşüncelerimi anlatabildiğimi hissettiğim, kalplere dokunmamı sağlayan aracı.

Anne?

İlk evimiz. Ve bu ev sıcak ve güvenli ise ne mutlu size...

En sevdiğiniz aktör?

Birçok sevdiğim aktör ve aktris var. O yüzden birkaç isim vermek istiyorum. Al Pacino, Marlon Brando,  Merly Streep, Daniel Day Lewis, Gil Andersson, Anthony Hopkins, Juliette Binoche, Jack Nicholson, Cate Blanchett ve daha niceleri.

En sevdiğiniz kadın sanatçı?

Bana ilham veren birçok kadın sanatçı var. Mihri Müşfik Hanım. Maria Callas, İdil Biret, Mary Cassat.

Sevmek mi, sevilmek mi?

 Alman sosyolog Erich Fromm ‘Sevme Sanatı ‘adlı eserinde şöyle yazıyor; “Birçok kişi, sevme sorununu ilkel bir biçimde ele almakta, kendi sevebilme gücünden, sevme ediminden çok sevilme olarak görmektedir. Onlar için sorun, nasıl sevilebilecekleri, nasıl sevimli olabilecekleridir. İnsanlar sevmektense sevilmeyi arıyorlar. Sevmek bir eylemdir edilgen bir duygu değil. Bir şeyin “içinde olmaktır” bir şeye “kapılmak” değil. En genel biçimiyle sevmenin etkin yapısı, sevmenin almak değil öncelikle vermek olduğu biçiminde tanımlanabilir” Fromm’un bu cümleleri benim hislerimi çok güzel anlatmakta.

Bir gün uzaklara gitseniz, nereye giderdiniz?

Bazen insan çalışma temposundan, kalabalıktan ve büyük şehirlerin hızından yorulup sessiz sakin bir yerlere kaçmak istiyor. Küçüklüğümden beri denizi çok severim. Suyun sesi ve hissi beni hep rahatlatır bu sebepten herhalde sessiz sakin bir koya gitmek isterdim.

En son ne zaman ağladınız?

Son zamanlarda okuduğum ve dinlediğim şeylerden çok etkilenip ağlama huyu edindim. Evde öylece oturmuş Horowitz’in Scriabin albümünü dinliyordum. Bir akora tüm kalbi ile bastı ve gözlerim o an doldu.

Ah keşke şunu da yapsaydım dediğiniz şey?

Bir şey yapmak istediğimde veya bir alanda kendimi geliştirmek istediğimde çok fazla düşünmeden kendimi o işe adıyorum. Keşke yapsaydım dediğim bir şey henüz yok. Bugüne kadar yapmak istediğim şeylerin hepsine vakit ayırdım. Bazılarında tatmin oldum bazılarında başarısız oldum. Ama her zaman için harekete geçip en azından denemeye değer. İlerleyen zamanlarda yapmak, öğrenmek istediğim çok şey var.

Röportaj: Murat İNCİ




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —